Monday, October 24, 2016

Kayısının faydaları nelerdir?

Kayısının Faydaları








Aslında şanslıyız çünkü dünyanın en büyük kayısı üreticisi Türkiye. Nedense bu durum kayısı fiyatlarına olumlu yönde yansımıyor ama en azından manavda, markette her zaman taze kayısı bulabileceğimizi biliyoruz. Şansımız sadece bununla sınırlı değil çünkü besin değeri oldukça yüksek olan kayısının sağlığa pek çok faydası bulunuyor. Bu faydaları arasında en çok bilineni kabızlığa iyi gelmesi ve bağırsak hareketi sağlamasıdır. Ayrıca göz sağlığının korunması, kalp sağlığının korunması, sağlıklı bir cilt ve saçlar için önerilen meyveler arasında yer alıyor. Bunlara ek olarak kayısı içerdiği besin lifi sayesinde tokluk hissini uzatır ve kilo vermenize yardımcı olabilir.

Kayısının Sağlığa Faydaları

Kabızlık: Kabızlık dışkının kuruyup sertleşmesi nedeniyle oluşur. Normalden daha sert olan dışkı bağırsaklardan daha zor geçer ve vücuttan atılması zorlaşır. Bazı ilaçlar kabızlığa neden olabilir ancak kabızlığın başlıca nedeni kötü beslenme alışkanlıklarıdır. Eğer yeterince su içmiyorsanız, kötü besleniyorsanız (fast-food, konserve gıdalar..vb) ve almanız gereken besin lifini almıyorsanız kabızlık riski yükselir. En çok besin lifi içeren meyveler arasında yer alan kayısı hem kabızlığı önlemek hem de kabızlığın tedavisi için önerilmektedir.
1 adet orta boy kayısı yaklaşık 1 gram besin lifi içerir ve bu miktar günlük besin lifi ihtiyacının %3’üne denk gelir. Dışkıyı yumuşatarak bağırsaklardan geçişini kolaylaştıran besin lifi sağlıklı bir sindirim sistemi için son derece önemlidir. Besin lifi sadece kabızlığın geçmesine değil aynı zamanda kötü kolesterolün düşürülmesine de yardımcı olur. Sık sık kabızlık sorunu yaşıyorsanız kayısı dışında lif bakımından zengin ahududu, yaban mersini, armut, greyfurt ve erik gibi meyveleri daha çok tüketmelisiniz.
Kemik Sağlığı: Kayısı sağlıklı kemik gelişimi ve kemik yapısının korunması için gerekli olan vitamin ve minerallerin çoğunu içermektedir. Belki tek başına kemikleri korumak için yeterli değildir ancak kemik sağlığının ön planda olduğu bir beslenme programı uyguluyorsanız kayısıyı yemeniz gereken meyveler listesine ekleyebilirsiniz. Kemikler için önemli kalsiyum, fosfor, manganez, demir ve bakır mineralleri bakımından zengin olan kayısı osteoporoz gibi kemik hastalıklarından korunmak için önerilen meyvelerden biridir.
Kalp Sağlığı: Bitki kaynaklı gıdalara özgü (polifenolik antioksidanlar) flavonoid ve diğer antioksidanlar bakımından zengin olan kayısı kalp hastalıkları dahil olmak üzere pek çok ciddi hastalığın görülme riskini artıran “oksidatif stresi” dengeler. Ayrıca bu antioksidanlar vücudumuz tarafından kılcal damar duvarlarının yapısını muhafaza etmek için kullanılırlar.
Göz Sağlığı: Kayısıya rengini veren karotenoid ve lütein üzerine yapılan araştırmalar bu pigmentlerin göz sağlığının korunmasına yardımcı olduğunu ve yaşla birlikte ortaya çıkan göz hastalıklarının riskini düşürdüğünü ortaya koymaktadır. C vitamini bakımından zengin olan kayısı ve greyfurt, portakal, çilek, yeşil yapraklı sebzeler, Brüksel lahanası gibi meyve ve sebzeleri daha çok yemeniz katarak, sarı nokta hastalığı (makular dejenerasyon) gibi hastalıkların görülme ihtimalini önemli oranda azaltacaktır.
İltihap: Sadece bitkisel besinlerde bulunan kateşinler (catechins) bakımından zengin olan kayısı (1 adet kayısı 4-5 gram kadar kateşin içerir) bu özelliği ile romatizma, bronşit gibi iltihaplı hastalıkların tedavisine yardımcı olabilir. Yapılan araştırmalar kateşinlerin iltihabın kritik adımlarından biri olan cyclooxygenase-2 (cox-2) enziminin aktivitesini baskıladığını ortaya koymaktadır. Ancak bu araştırmaların sayısı henüz yeterli düzeyde değildir ve kayısının bu faydası hakkında daha çok bilgi için insanların katılımıyla yapılacak bilimsel çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Potasyum: Vücut fonksiyonlarının devam edebilmesi için kritik bir mineral ve elektrolit olan potasyum vücutta sıvı dengesinin sağlanmasına, kalp ritminin korunmasına, kasların hareket etmesine, sinir sisteminin doğru çalışmasına ve böbreklerin kanı filtrelemesine yardımcı olur. 1 adet kayısı günlük potasyum ihtiyacının %3’ünü karşılar ve bu önemli mineral için oldukça sağlıklı bir kaynaktır.
Demir: Eksikliğinde halsizlik, baş ağrısı, baş dönmesi, ağız içi yaraları, saç ve cildin solgunlaşması gibi belirtiler görülen demir minerali kanın tüm dokulara ve organlara oksijen taşımasını sağlayan kırmızı kan hücresi üretiminde kullanılır. Demir içeren meyve ve sebzeler arasında ilk sıralarda yer alan kuru kayısının 100 gramı 6 mg demir içerir ve bu miktar günlük olarak alınması önerilen demir miktarının %35’ine denk gelmektedir. Demir eksikliği yaşıyorsanız kuru kayısı dışında kurutulmuş domates, taze maydanoz, ıspanak, yeşil zeytin ve kuru üzümü beslenme listenize ekleyebilirsiniz.

Kayısının Diğer Faydaları

Kayısı yağı cilt tarafından hızlı emilir ve emildikten sonra cildi yağlı bırakmaz. Egzama kaşıntısı gibi cildi tahriş eden sorunlara karşı kayısı yağı kullanabilirsiniz.
Kayısının ateş düşürücü etkisi vardır ve soğuk algınlığı gibi ateşli hastalıkların tedavisine yardımcı besinler arasındadır.
1 adet kayısı 17 kalori içerir. Kalorisi en düşük meyve değil belki ancak besin lifi bakımından zengin olduğu için öğün aralarında 2-3 adet kayısı yiyerek tokluk sürenizi uzatabilirsiniz.
Kayısı yağı kullanarak hazırlayacağınız yüz maskeleri cildin elastikiyetini korumasına yardımcı olur ve kırışıklık oluşumunu geciktirir.
Hassas bir cildiniz varsa ve kimyasal maddeler içeren nemlendirici kremler kullanamıyorsanız A ve C vitaminleri içeren, aynı zamanda etkili bir nemlendirici olan kayısı yağını deneyebilirsiniz.
Saça pek çok faydası bulunan oleik ve linoleik asitler bakımından zengin kayısı yağını yıpranmış saçları yumuşatmak için kullanabilirsiniz.
Saç derisinin aşırı kurumasına neden olan sedef, egzema, kepek gibi sorunlar için kayısı yağını deneyebilirsiniz. Saç derinize kayısı yağıyla masaj yaptığınızda A ve E vitaminleri ile cildin yenilenmesine yardımcı olarak saç derisini derinlemesine nemlendirecektir.

Kayısının Besin Değerleri

100 gram çiğ kayısı;
  • 48 kalori
  • 2 gr besin lifi
  • 9 gr şeker
  • 0.4 gr yağ
  • 86.4 gr su
  • 1926 IU A vitamini (günlük ihtiyacın %39’u)
  • 10 mg C vitamini (günlük ihtiyacın %17’si)
  • 0.9 mg E vitamini (günlük ihtiyacın %4’ü)
  • 3.3 mcg K vitamini (günlük ihtiyacın %4’ü)
  • 0.6 mg B3 vitamini (günlük ihtiyacın %3’ü)
  • 0.1 mg B6 vitamini (günlük ihtiyacın %3’ü)
  • 9 mcg B9 vitamini (günlük ihtiyacın %2’si)
  • 13 mg kalsiyum (günlük ihtiyacın %1’i)
  • 0.4 mg demir (günlük ihtiyacın %2’si)
  • 10 mg magnezyum (günlük ihtiyacın %2’si)
  • 23 mg fosfor (günlük ihtiyacın %2’si)
  • 259 mg potasyum (günlük ihtiyacın %7’si)
  • 0.2 mg çinko (günlük ihtiyacın %1’i)
  • 0.1 mg bakır (günlük ihtiyacın %4’ü)
  • 0.1 mg manganez (günlük ihtiyacın %4’ü) içerir.
Bu rakamlar 4 yaş üstü için önerilen günlük 2000 kalorilik beslenme programına göre oluşturulmuştur. Kişinin yaşı, cinsiyeti ve sağlık koşullarına bağlı olarak günlük olarak alması gereken vitamin ve mineral oranları değişebilir.

Fazla Kayısı Yemenin Bir Zararı Var mı?

Normal miktarlarda tüketilen taze kayısının bilinen bir yan etkisi yok. Ancak kuru kayısının üretim sürecinde kullanılan kimyasalların bazı astım hastalarında atakları tetiklediği yönünde araştırma sonuçları bulunuyor. ABD Federal Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) verilerine göre kuru kayısının rengini korumak ve raf ömrünü uzatmak için kullanılan kükürt dioksit gazı astım hastalarının %5’inde reaksiyona neden oluyor. Bundan korunmak için üretim aşamasında sülfür içeren bileşenlerin kullanılmadığı organik kuru kayısılardan tüketebilirsiniz.

Sunday, October 23, 2016

yeni başlayanlar için antrenman planlama...

Nasıl antreman planlamalıyım?

Fitness sporunda 3 çeşit ana antrenman metodu olduğundan daha önce yazılarımızda bahsetmiştik bunlar: Kas dayanıklılığını arttırmak için kullanılan antrenman metotları, kas gelişimi için kullanılan antrenman metotları ve güç artırmak için kullanılan antrenman metotlarıdır. Sporcunun amacına göre antrenmanlar seçilmelidir. Kas gelişimi antrenman metodunu seçen sporcular daha çok patlatıcı kuvvet gerektiren sporları icra eden sporculardır. Antrenmanlar planlanırken yıllık, 3 aylık, aylık, haftalık ve günlük olarak planlanmalıdır.

Kas büyümesi nedir, nasıl gerçekleşir?

Biyolojik olarak ele alırsak, kas büyümesi aslında kas kasılmasının yetersiz kalması ile ortaya çıkan normal bir süreçtir. Yapılan antrenmanlarda vücudun kaldırabileceğinden fazla yük yüklenerek miyofibrillerde çok küçük kas yırtıkları oluşur. Yırtıklar vücuda giren amino asitler sayesinde onarılarak kasın büyümesi ve bir sonraki oluşabilecek daha büyük dirençlere karşı hazır olması sağlanır. Kasları kullanmadığımızda kaybetmemizin nedeni de tam olarak budur. Yırtıkların onarılması ile büyüyen kaslar daha fazla yük için hazır konuma geçerler. Fakat yeterli yüklenme yapılmazsa az kasılma olur ve vücut kullanmadığı kas hücrelerini küçültmeye başlar. Amerikan spor ve ilaç kolejinin tespitlerine göre has gelişimi hedefleyen sporcular en az şu şekilde antrenmanlarını planlamalıdır.

Sıklık: Haftada 2-3 kez
Yoğunluk: 2-4 set,6-10 tekrar, maksimalin %75-85 i ile,2-3 dakika dinlenme
Zaman: Kaç tane kas gurubu çalışacağına göre değişebilir.
Metot: En az iki egzersiz olacak şekilde değişebilir.

Kas büyümesi için yapılabilecek antrenman metotları hangileridir?

1.Delorme-Watkins:

Bu metot en eski kas büyütme metotlarından biridir. Metodun çıkışları ikinci dünya savaşında başlatılmıştır. Zayıf ve iyi beslenmemiş askerlerin güçlendirilip cephelere katılması için yapılmıştır. Öncelikle iki adet ısınma seti ile başlanır. Isınma setleri yapılabilindiği kadar yapılmalıdır. Amaç son noktaya kadar kası zorlayarak ısısını maksimum seviyeye getirmektir. Daha sonra onluk setler şeklinde planlanır. Örnek olarak:

            1*10 tekrar (maksimalin %50si)
            1*10 tekrar (maksimalin %75i)
            1*10 tekrar (maksimalin %90ı) dinlenmeler 60 saniyeyi geçmemelidir.

2.Berger:

Bu metot da altı tekrarlık 3 setten oluşmaktadır. Aslında bu metot basit setlere benzemektedir. Kullanılan metodun amacı ağır kilolarda az tekrar yaparak kas hacmini artırmak ve yüksek güç elde etmektir. Ağırlıklar arttıkça dinlenmeler de artmaktadır. Bu yüzden dinleme araları 2-3 dakika yapılmalıdır. Örnek olarak:

            1*6 tekrar (maksimalin %80i)
            1*6 tekrar (maksimalin %80i)
            1*6 tekrar (maksimalin %80i)

3.Piramit antrenmanı(Yükselen):

Piramit antrenman metodu kas gelişimi için en çok kullanılan metotlardan biridir. Daha çok kas gelişimini artırmak için kullanılır. Dayanıklılık için uygun değildir. Daha çok ağırlık ile daha çok güç üretmek ve daha çok kas kazanmak amacı güdülmektedir. Bu piramide yükselen piramit de denilmektedir. Antrenmanda tekrar azaldıkça ağırlık artmakta bu da daha çok yüklenme sağlamaktadır. Dinlenmeler en çok 2 dakika olmalıdır. Örnek olarak:

            1*12 tekrar (maksimalin %70i)
            1*10 tekrar (maksimalin %72.5i)
            1*8 tekrar (maksimalin %75i)

4.Piramit antrenmanı(Düşen):

Bu antrenman metodu tam olarak yükselen piramit metodunun tersidir. Yükselen piramitte ağırlık arttıkça tekrar azalırken düşen piramitte ağırlık azaldıkça tekrar artacaktır. Bu antrenman iyi bir ısınma antrenmanından sonra gerçekleştirilmelidir. Aksi takdirde sakatlıklara neden olabilmektedir. Aynı zamanda bu metot yükselen piramidin peşine de uygulanabilir. 
         Örnek olarak:
            1*8 tekrar (maksimalin %75i)
            1*10 (maksimalin %72.5i)
            1*12 (maksimalin %75i)
            Dinlenmeler iki dakika olarak planlanmalıdır.

5.Önceden yorma ve sonradan yorma antrenmanları:

Bu antrenman çeşidi de kas büyümesini(Hyperthrophy) arttırmak için kullanılan antrenmanlardan birisidir. Antrenman metodunda bir birleşik hareket ve bir basit hareket seçilir. Önce birleşik hareket yapılırsa ve sonra basit hareket yapılırsa sonradan yorma, tam tersinde ise önceden yorma metodu uygulanmış olur. Aralarında dinlenme yapılmamaktadır. Örnek olarak:

            Pectoral fly 1*10 tekrar(basit hareket)
            Bench press 1*10 tekrar(birleşik hareket)

Yukarıda gördüğünüz örnek bir önceden yorma metodudur. Bunun tam tersi sonradan yorma metodunu temsil eder.

Kas büyüme evresinde beslenme nasıl olmalıdır?

Bu zamanda özellikle günlük alınan protein ve karbonhidrat değerleri çok önemlidir. Protein kas onarımı için gereklidir. Karbonhidrat ise güç için gereklidir. Aksi taktirde istenilen kas gelişimi yaşanmaz. Bu dönemde alınacak supplement planlamasında özellikle antrenman sonrası 30 dakika içinde whey protein ve karbonhidrat tüketilmesi kas büyümesini artırmaktadır. Enerji ve vücudun uyanıklığını artırmak için Kreatin monohidrat alınması uygun olur.

antrenmanınız için en doğal destek ürünleri...naturalhealthiness.kyani.com

Yağ yakımını ve nabız arasındaki ilişki

Yağ yakımını ve nabız arasındaki ilişki

İnsanların yaşamlarını belirli bir süre yemek yemeden sürdürebilmelerinin nedeni vücutlarının muhtelif yerlerinde depoladıkları yağ dokularıdır. Aslında vücudun ana enerji kaynağının karbonhidratlar olduğu bilinmesine rağmen karbonhidratların yokluğunda yap depoları açılarak yağ yakımı gerçekleşir. Karbonhidratların yakım hem aerobik(oksijenle), hem de anaerobik(oksijensiz) olabilir. Fakat Yağ dokuları yalnızca oksijenle tepkimeye girerek yakılabilirler. Sonuç olarak vücuda ne kadar çok oksijen girerse yakım fazla olmaktadır. Uykuda yağ yakımının devam etmesinin sebebi de budur.

Her insanın yağ yakma hızı farklıdır. Bu nedenle yağ yakımını belirleyebilecek bir süre söz konusu değildir. Fakat genel olarak yapılan antrenmanlarda yağ yakımı için gerekli olan antrenman şekli kardio antreman şeklidir. Peki her kardio antrenmanından istediğimiz verimi alabilir miyiz? Bu sorunun cevabı evettir fakat kardio antrenmanını nasıl yaptığımız önemlidir. İşte burada nirengi noktası olarak kullanacağımız değer kişinin nabız oranıdır. Buna göre nabız aralıkları ve işlevleri şu şekildedir:
         
            55-70% MHR Sağlık kalma kalp ve damar sağlığını korumaya yönelik orta yoğunluklu antrenman yağ asitlerinin daha çok kullanılmasına, kan dolaşımının artmasına, hücrelerin enerji birimi olan mitokondrilerin yoğunluğunun artmasına ve daha çok enerji üretimine, antrenmanlar arasında iyileşmeyi hızlandırmaya yardımcı olur.
           
            70-80%MHR Fit olan vücut şeklini korumaya yardımcı olur. Tip 1 kas hücrelerinin artmasını sağlar. Karbonhidratların yakım hızını arttırır. Kaslardaki enzimleri arttır. Oksijen taşınmasını arttırır.
           
            80-90%MHR Laktik asit eşiğini arttırmak ve yağ yakımını maksimize etmek için kullanılır. Laktik aside olan toleransı arttırır. En etkin yağ yakımı bu aşamada gerçekleşir.
           
            90-100%MHR Maksimal antrenman aralığıdır. Bu aralık kardio antrenmanlarında çok tercih edilmez. Daha çok tip 2 kas guruplarının büyümesi için yapılan ağırlık antrenmanlarında planlanır.

Yukarıda da anlattığımız gibi ne kadar çok oksijen o kadar çok yağ yakmadır. Bu nedenle yağ yakımı için yapılması gereken aralık 80-90% nabız aralığıdır. Sizin de bildiğiniz üzere nabız arttıkça vücutta daha çok kan dolaşacağı için kas ve dokulara daha çok oksijen taşınır bu daha fazla kimyasal reaksiyona neden olur. Bu reaksiyonlar arasında yağ yakımı da vardır. Bu antrenman aralığında en büyük sorun antrenmanın uzun süre sürdürülememesidir.

Bu yüzden kabul edilen antrenman şekli şudur:
         
            55-90%MHR aralığında yapılan antrenmanlar yağ yakımını sağlar. Bu yüzden antrenmanlarımızı planlarken interval antrenman şeklinde planlamalıyız. 

Tavsiye edeceğim ürün kyani sunrise ürünüdür...mutlaka deneyin...naturalhealthiness.kyani.com


100 yaşına kadar yaşamanın sırları

100 yaşına kadar yaşamanın sırları




Uzun ömürlü olma konusunda en önemli ayırım noktası bu özelliğin genetik mi yoksa yaşam koşullarına mı bağlı olarak geliştiği... Kısa süre önce uzun ömürlü insanlar üzerinde inceleme yapan araştırmacılar ‘uzun yaşam geni’ bulduklarını müjdelediler. Bu kişilerin tümünde aktif olan ortak bir gen vardı ve bu genetik bilimi sayesinde diğer insanların da aynı şekilde uzun ömürlü olmalarını sağlamaya yarayacaktı. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini zaman gösterecek ama genetik bilimi önümüzdeki 50 yıl içinde insan ömrünü 100 yıla çıkarmayı hedeflemiş durumda.
Uzun yaşam uzmanları ise “İşin sırrı günlük alışkanlıklarımızda ve yaşantımızda. Genetik bilimine ihtiyacımız yok; bütün yapmamız gereken hayatımızı yaşlanmayı önleyen basit fakat akılcı yöntemlerle donatmak ve 100 senelik hayatın reçetesinin keyfine varmak” diyorlar. Hangisi doğru bilmiyoruz ama bildiğimiz şu ki; dünyada uzun yaşayan insanların belli yeme içme alışkanlıkları ve hayat biçimleri var. Bu bize rehber olacaktır...
Bundan sadece 100 sene kadar once ABD’de insanın ortalam yaşam süresi 47 seneydi. Günümüzde bu rakam ABD’de 80’e Türkiye’de ise 72’ye ulaştı. Bundan 50 sene sonra bu rakamın 100’e ulaşabileceğini düşünmek hiç de mantığa aykırı görünmüyor. En azından bilim çevrelerinde... Wikipedia’ya göre dünyada kayıtlara geçmiş en uzun yaşayan kişi Jeanne Louise Calment adında bir Fransız kadın: 122 yaşında ölmüş. Onun arkasından 120 yaşında ölen bir Japon ve 111 yaşında ölen bir ABD’li geliyor. 50’li yıllarda yüz yaşına kadar yaşayanların sayısı tüm dünyada sadece birkaç binken, günümüzde sadece ABD’de 96 binden fazla yüz yaşını aşmış kişi var. Dünya genelinde ise bu rakam 450 bin kişiyi aşıyor. 100 yaşını bulan bu kişilerin yüzde 85’i ise kadın. Uzun yaşamda önde olan ABD’nin arkasından 30 bin kişiyle Japonya geliyor. Nüfusa oranla en fazla yüz yaşını bulan kişi sayısı ise Fransa’da. “Kırmızı şarap, bol sarmısak ve espri anlayışı!” diyor Fransızlar işin sırrı nedir denildiğinde...
Yapılan hesaplara göre 2050 yılına kadar sadece ABD’de 6 milyon 100 yaşını bulan kişi olacak. Bunu en önemli sebeplerinden biri de tıptaki ilerleme olacak kuşkusuz. Çünkü önümüzdeki birkaç yıl içinde felç, diyabet, hemofili ve kalp krizi tarihe karışacak, 5 sene içinde 25 kanser türünün çaresi bulunacak. 2025’de yüksek tansiyon, zihinsel bozukluk, kalıtımsal hastalıklar ve kan kanseri tarihe karışacak. 2050’de ise AIDS tarihin tozlu sayfalarına gömülüp gidecek! Ne kadarı gerçek olur bilemiyoruz ama kulağa çok güzel geldiği muhakkak!
Daha da ilginci gelecekte 74 yaşındaki bir kişi 45’inde görünecek. Kadınlar 60’ından sonra anne olabilecek. Madem bilimsel olarak insan yaşamı 120 sene, bunun örnekleri yok mu derseniz, var elbette... Örneğin Gürcüler’in süt ve yoğurt mamüllerini tüketerek 120 yaşına kadar yaşayabildiği söyleniyor. Yalnızca Gürcüler değil o coğrafyadaki pek çok bölgede durumun benzer olduğu biliniyor. 120 olmasa bile 100’ü gören çok sayıda insan yani...
“İyi beslen az beslen!”
Peki biraz daha gerçekçi olursak eldeki koşullarda uzun yaşamın sırrı için uzmanlar neler söylüyor? “İyi beslenme ve az beslenme!” listenin birinci kuralı. Yaşlanmayla gelen hastalıklar (tümörler, kalp rahatsızlıkları, diyabet vs.) ciddi şekilde diyet yaparak beslenen insanlarda 3 kat daha az görülüyor. Bu kişilerde ilerleyen yaşa rağmen kas sağlığının da korunduğu dikkati çekiyor. Beyin fonksiyonları da şaşırtıcı derecede iyi kalıyor; hafızanın aktifliği ve problem çözme kapasitesi diyet yapmayanlara oranla çok farklı bir tablo sergiliyor. Diyetten kastedilen ise doğrudan kalori kısıtlaması! Yani bu kişiler az kalorili besleniyorlar ve yemek yemek onlar için tıka basa doymak değil; aksine öğünü hafif aç olarak bitirmek.
İŞTE UZUN YAŞAMANIN SIRLARI!
-Düzenli spor yapmak. Özellikle de açık havada yürüyüş türü sporu günlük yaşamın parçası haline getirmek.
-Düzenli uyku uyumak. Tıpkı doğada olduğu gibi gün karardıktan sonra olabildiğince erken saatte uyuyup sabahları da gün doğarken uyanmak.
-Kırsal ve yüksek yerde yaşam: Yapilan arastirmalar yüz yaşına ulaşan inasanların çoğunlukla kırsal kesimlerde ve yüksek bölgelerde yaşadiğina işaret ediyor. Denizden yüksekliğin arttığı bu bölgelerde oksijenin daha fazla olması ve sanayi tipi kirlenme olmaması uzun yaşamın sırlarından olarak kabul ediliyor.
-Meditasyon ile zihinsel olarak rahatlamak. Bunun ille de meditasyon olması gerekmiyor, sevilen ve kişiyi ruhsal olarak rahatlatan bir aktivitenin günlük yaşamın parçası olması önemli olan.
-Evlilik: Mutlu bir evlilik ölüm riskini yüzde 27 azaltıyor.
-Düzenli bir cinsel yaşantı: Burada söz konusu olan; elverdiğince sevgi ve güven ortamında, tek eşli bir cinselliği bütün ömre dengeli bir şekilde yayabilmek. Düzenli bir cinsel yaşam insan ömrüne 7 yıl katabiliyor.
-Çocuklar: Çocuğu olan kadınların 100 yıl yaşama şansı diğerlerine göre 4 kat daha fazla. Bu arada annesi 25 yaşının altında doğum yapan çocukların 100 yaşına kadar yaşama şansı ise iki kat fazla.
-Arkadaş ve sosyal ilişkiler: Sağlıklı bir arkadaş ortamı yaşam süresini yüzde 22 oranında uzatıyor.
-Bulmaca: Düzenli olarak bulmaca çözenler daha uzun ve sağlıklı yaşıyor.
-Gazete ve kitap okumak: Her gün gazete veya kitap okumak beynin daha aktif kalmasını sağlıyor.
-İnternet: İnternet kullanmak insanların karmaşık sorun çözme becerisini arttırıyor.
-Hayvanlarla ilişkiler: Evcil hayvanlarla olan ilişkiler kalp krizini atlatma olasılığını yüzde 12 arttırıyor.
-İnanç: Düzenli ibadet edenler diğerlerine göre 5 yıl daha fazla yaşıyor.
-Kariyer: İşini severek yapanlar diğerlerine göre ortalama 7 sene daha uzun yaşıyor.ü
Bunlar arasında en önemlisi hangisi derseniz, cevap; beslenme! 
İşte uzun yaşamı hedefleyen bir beslenme programı: Yetişkin bir kadın 160 ila 200 gram, erkek ise 250-300 gr karbonhidrat tüketmeli. Buğday unu ve şekerli gıdaların tüketimi azaltılmalı. Günde 2000 kalorilik bir beslenmenin 600 kalorisi ( 67 gramı) yağdan oluşabilir. Ancak doymamış yağların tercih edilmesi gerekiyor. Bunun için tereyağı, yağlı süt ürünleri, derisi soyulmamış tavuk, yağlı et ve çekirdek yağlarından yapılmış ürünlerin tüketimini azaltılmalı. Günlük beslenmede fındık fıstık ve cevize mutlaka yer verilmeli. Günlük protein alımı 80 ila 120 gr arasında tutulmalı. Hayvansal protein tüketimi azaltılmalı. Yağlı balık veya yağı azaltılmış süt ürünlerini tüketmekte sakınca yok. Sebzelerdeki proteinlerden yararlanmaya gayret edin. Baklagiller ve soya fasulyesi protein açısından çok zengin. Her gün 40 gram lifli gıda tüketmeye özen gösterilmeli. Bu da bol ve her renkte sebze ve meyveyi bol bol yiyin demek oluyor. Her gün düzenli olarak su içmeyi ihmal etmemeli. Bunun ölçüsü de idrarınızın açık sarı olması şeklinde belirtiliyor.
Yüzyılı geride bırakanlarla konuşulduğunda ortak bir payda ortaya çıkıyor: Akılcı seçimlerle şekillenen bir yaşam tarzı. İşte o yaşam biçiminin olmazsa olmazları:
-Doğru beslenme: Az ve öz yemek yemek. Sık sık ve küçük miktarlarda doğru besinleri yemek.
-Gamsızlık: Uzun ve sağlıklı yaşayan insanlara baktığımızda bu insanların biraz ‘gamsız’ dediğimiz türden ve neşeli insanlar oldukları görülüyor. Bu kişiler büyük üzüntüler bile yaşasalar atlatmayı, hayattan yine zevk almayı başarıyorlar. Stresi azaltıp hayata olumlu bakmak ve geniş bir yapıya sahip olmak kalp hastalığı riskini yüzde 50 azaltıyor. Bu tip insanların 100 yaşına ulaşmaları olasılığı diğerlerinden 3 kat fazla.
-Gülmeyi sağlayan eğlenceli aktiviteler: Eğlenmek ve gülmek stres hormonu seviyesinin azalmasına neden oluyor. Komedi fimleri bu seviyeyi ciddi şekilde azaltıyor!
-Sigaradan ve alkolden mümkün olduğunca uzak durmak.
-Fazla kilolalardan kurtulma, ömür boyu belli bir kiloda kalmayı başarmak.
Mucize besinler:
Yoğurt: Yapılan gözlemler özellikle bizim coğrafyamızda bulunan ülkelerde yoğurt ve süt ürünlerinin uzun yaşayan insanların yaşamında başrol üstlendiğini gösteriyor.
Ananas: Ameliyat sonrası iyileşme sürecini hızlandırıyor; eklemleri sağlam tutup, astımı önlüyor.
Yaban mersini: Bol antioksidan içerir. Beyinde yaşlanmanın etkilerini geciktirir. Ispanak: Zekayı güçlü tutar. Karaciğer, yumurtalık, kolon ve prostat kanserlerinden korur. Çok zengin besin değeri vardır.
Kırmızı biber: Akciğer, prostat, yumurtalık ve rahim ağzı kanserlerinden korur. Güneş yanıklarına karşı etkilidir. Kalp sağlığını korur.
Brokoli: Diyabetin vücutta yaptığı hasarı azaltır. Prostat, mesane, kolon, pankreas, meme ve mide kanserlerini önlemede etkilidir.
Domates: Kalp hastalığı riskini azaltır. Vücutta iltihaplanmayı önler; yemek borusu, mide, bağırsak, akciğer ve pankreas kanserleriyle savaşır. Elma: Bağışıklık sistemini güçlendirir. Alzheimer riskini azaltır. Akciğer ve prostat kanserlerinden korur.
Enginar: Damar tıkanıklığını önler, zararlı kolesterolu düşürür. Roka: Doğumsal kusur riskini azaltır. Kemik kırılmasını önler, göz sağlığı için çok faydalıdır.
Böğürtlen: Kemik yapısını güçlendirir. İştahı bastırmada etkilidir. Vücutta yağ yakımını arttırır.
Balkabağı: Kalp sağlığını korur, kırışıklıkları engeller.
Kavun: Vücudun bağışıklık sitemini güçlendirir ve iltihaplanmayı engeller.
Havuç: Havuçta bulunan antioksidanlar vücudun DNA yapısını korur. Göz sağlığında katarakta karşı korur. Pek çok kanser tipine karşı koruyucu etkisi vardır.
Kızılcık: Prostat ağrılarını dindirir. Akciğer, kolon, kan kanseri hücreleriyle savaşır. Bağırsak enfeksiyonunu önler.
Erik: Kabızlığa karşı etkilidir. İçindeki antioksidanlar DNA yapısını korur. Menopoz sonrası kemik sağlığını korur.
Sarmısak: Vücut için doğal bir antibiyotik vazifesi gören sarmısağın faydaları saymakla bitmiyor. Uzun yaşayan insanların masasında bol miktarda sarmısak bulunduğu da bir diğer gerçek.
Bu ürünlerin en doğal hali için >naturalhealthiness.kyani.com

D Vitamini Eksikliği

D Vitamini Eksikliği Belirtileri Nelerdir?


Günde 10-15 dakika güneş ışığı görmek vücudun yeterince D vitamini üretmesine olanak tanımasına karşın D vitamini eksikliği oldukça sık görülen bir durumdur. Ülkemizde açıklanmış bir veri yok ama dünya genelinde yetişkin nüfusun %20’sinden fazlasının bu vitaminin eksikliğini yaşadığı düşünülmektedir. Yaşlı kadınlarda ise bu oran %50’lere kadar çıkmaktadır.



Cildimiz güneşin UVB ışınlarını kullanarak D vitamini üretme kapasitesine sahiptir. Bu vitaminin eksikliğinin yaygın olmasının sebebi ise D vitamini içeren gıdaların sayısının az olması ve bu gıdalarda vücudun ihtiyaç duyduğu kadar D vitamini bulunmaması.
Güneşsiz bir bölgedeyseniz veya yeterince güneşe çıkmıyorsanız bu vitaminin eksikliğini yaşama riskiniz oldukça yüksek.
Bu riski artıran diğer faktörler ise şöyle; vücudun güneş ışınlarıyla D vitamini üretme kapasitesinin azaldığı ilerlemiş yaş, gıdalarla birlikte alınan yağın sindirilmesini engelleyen sindirim rahatsızlıkları, koyu ten rengi, kolesterol, epilepsi ilaçları başta olmak üzere bazı ilaçlar.

D Vitaminine Neden İhtiyacımız Var?

D vitamininin başlıca görevi gıdalar yoluyla alınan kalsiyum ve fosforun işlenmesidir. Kalsiyum ve fosfor kemik sağlığı için son derece önemli minerallerdir. Dolayısıyla D vitamini için öncelikli olarak kemik sağlığının korunması için önemli bir vitamin diyebiliriz.
Kemiklerin güçlü olması için D vitaminine ihtiyacımız var ancak D vitamini eksikliğinde sadece kemiklerimiz zayıflamıyor. Uzun süreli D vitamini eksikliğinin meme kanseri, kolon kanseri, pankreas kanseri, kalp hastalıkları, depresyon gibi pek çok ciddi hastalığı tetiklediği biliniyor.

D Vitamini Eksikliği Belirtileri Nelerdir?

Diğer vitamin eksikliklerinde olduğu gibi kısa dönemli D vitamini eksikliğinde herhangi bir belirti görülmeyebilir.
Ancak bir süredir devam eden D vitamini eksikliğinde aşağıdaki “erken dönem” belirtileri ortaya çıkabilir.
Depresyon: D vitamini eksikliğinde görülen depresyon çok şiddetli olmayabilir ve daha çok kendinizi “nedensiz olarak hüzünlü hissetmeniz olarak” tanımlanabilir. Bunun nedeni, beyinde üretilen ve ruh halinin düzenlenmesinde kullanılan serotonin seviyesinin D vitamini eksikliğine bağlı olarak düşmesidir.
Bu alanda yapılmış pek çok çalışma var. Örneğin 2006 yılında 80 yetişkinin katılımıyla yapılan bir araştırmaya göre yeterince D vitamini almayanlar diğerlerine oranla depresyona 11 kat daha yatkın.
Kemik Ağrıları: Özellikle güneşin kendini fazla göstermediği kış aylarında D vitamini eksikliğine bağlı olarak kemik ağrısı görülme riski artar. Bu kemik ağrıları eklem ağrılarından farklı olarak tüm vücut genelinde hissedilebilir ve ağrılara halsizlik eşlik edebilir.
Eğer D vitamini eksikliği uzun süre devam ederse yetişkinler “osteomalazi” adı verilen kemik yumuşaması, çocuklarda ise “raşitizm” görülebilir.
Soğuk Algınlığı: Çocuğunuz sık sık soğuk algınlığı yaşıyorsa bunun nedeni D vitamini eksikliği olabilir. Yapılan araştırmalar D vitamini eksikliği olan çocuklarda üst solunum yolları enfeksiyonlarının daha çok görüldüğünü ortaya koyuyor.
Kasların Zayıflaması: D vitamini eksikliği vücudumuzdaki kas dokusunun büyük bölümünü oluşturan ve iskelet kasları olarak adlandırılan kasların zayıflamasına yol açabilir.
Başın Terlemesi: Başın normalden fazla terlemesi hem çocuklarda/bebeklerde hem de yetişkinlerde D vitamini eksikliğine işaret ediyor olabilir.
Diğer Belirtiler: Kas krampları, halsizlik, eklem ağrıları, kilo alma, yüksek tansiyon, baş ağrısı, konsantrasyon eksikliği, mesane sorunları, kabızlık veya ishal gibi sindirim sorunları erken dönem D vitamini eksikliği belirtileri arasında yer alıyor.
D Vitamini Eksikliğine Bağlı Görülme Riski Artan Hastalıklar
D vitaminin yukarıdaki erken dönem belirtilerine ek olarak uzun dönemli D vitamini eksikliğinde bazı hastalıkların görülme riski artmaktadır.
Kalp Hastalıkları: D vitamini kan basıncının (tansiyonun) düzenlenmesi, damar tıkanıklığına bağlı (aterosklerotik) kalp hastalıklarının önlenmesi, kalp krizi ve felç riskini düşürmek için son derece önemli bir vitamindir.
D vitamini ve kalp hastalıklarının görülme oranı üzerine yapılan araştırmalar, D vitamini eksikliği olan kişilerde çeşitli kalp hastalıklarının görülme oranının %50’ye kadar artabildiğini ortaya koyuyor.
Bağışıklık Sistemi Hastalıkları: D vitamini güçlü bir bağışıklık sistemi için de gerekli. Eksikliğinde, merkezi sinir sistemini etkileyen bir hastalık olan MS (multipl skleroz) ve diğer bağışıklık sistemini ilgilendiren hastalıkların görülme riski artıyor.
Bunama: 65 yaş ve üzeri 1600 kişinin katılımıyla yapılan bir araştırmaya göre D vitamini seviyesi düşük olan kişilerin diğerlerine oranla %53 daha fazla bilişsel problem yaşadığı tespit edilmiş. Bu bilişsel problemler arasında düşünme ve problem çözme yeteneğinin zayıflaması, davranış bozuklukları, hafızanın zayıflaması, Alzheimer hastalığı ve bunama yer alıyor.
Kanser: Yetişkin erkeklerde en çok görülen kanser türlerinden biri olan prostat kanseri D vitamini eksikliği yaşayan kişiler arasında daha yaygın.
Aynı durum meme kanseri için de geçerli. Georgetown Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre D vitamini meme kanseri riskini önemli oranda azaltıyor. Tersi durumda, yani D vitamini eksikliğinde ise meme kanseri riski artıyor.
Şizofreni ve Depresyon: D vitamini eksiklği yaşanlarda şizofreni hastalığı görülme oranı 2 kat daha fazla. Beyin kimyasının dengesi için önemli bir vitamin olan D vitamini eksikliği aynı zamanda depresyona da yol açabiliyor.
D Vitamini Eksikliğinde Görülme Riski Artan Diğer Hastalıklar: Parkinson hastalığı, kronik ağrılar, obezite, hipertansiyon, diyabet, osteoartrit, gut, kısırlık, fibromiyalji, diş eti hastalıkları, sedef hastalığı.

Ne Kadar D Vitamini Almamız Gerekiyor?

Günlük olarak alınması gereken D vitamini miktarı yaşa bağlı olarak değişmektedir.
0-12 ay: 400 IU
1-13 yaş: 600 IU
14-18 yaş: 600 IU
19-70 yaş: 600 IU
70 yaş üzeri: 800 IU
Gebelik ve emzirme dönemi: 600 IU
Yukarıdaki yaşlara göre günlük D vitamini ihtiyacı bilgileri ABD merkezli Gıda ve Beslenme Kurulu’nun (Food and Nutrition Board) sağlıklı bireyler için önerdiği rakamlardır. Kişinin D vitamini ihtiyacı sağlık koşullarına göre değişebilir. Bu nedenle sizin için en uygun günlük D vitamini tüketimi bilgisini ancak bir uzmandan alabilirsiniz.
D Vitamini İhtiyacını Karşılamak İçin Güneşten Nasıl Faydalanabilirim?
Cildinizin D vitamini üretebilmesi için direkt olarak güneşte kalması gerekiyor. İç mekanlardaki, gölge bölgeler veya camdan gelen güneş ışınları pek işe yaramıyor.
Bulutlu havalar, ten renginin koyu olması güneşin D vitaminine çevrilmesini olumsuz yönde etkileyen diğer faktörler.
Cildin yeterince D vitamini üretebilmesi için uzmanların önerisi vücudun büyük bir kısmını (kollar, bacaklar, sırt bölgesi gibi) güneş kremi sürmeden 10-15 dakika güneşe göstermek. Haftada 3-4 gün bu uygulamayı yaparsanız vücudunuz ihtiyacı olan D vitaminini üretecektir. 10-15 dakika yeterli ve daha fazla güneşte durmak daha fazla D vitamini üretileceği anlamına gelmiyor.
Ayrıca korumasız olarak uzun süre güneşte kalmak cilt kanseri gibi ciddi hastalıkların riskini artırabiliyor. Bu nedenle 10-15 dakika güneşte durduktan sonra ya gölge bir noktaya geçmelisiniz yada yüksek koruma faktörlü bir güneş kremi sürmelisiniz.

D Vitamini İçeren Gıdalar

Soğuk iklimlerde yaşayanlar, çeşitli rahatsızlıklar nedeniyle güneşe çıkamayanlar veya havanın sürekli bulutlu olduğu bölgelerde olanlar için D vitamini içeren gıdalar “takviyesiz” D vitamini için iyi bir kaynak olabilir. Fakat maalesef çok fazla gıdada D vitamini yok ve güneş olmadan sadece gıdalarla ihtiyacınız olan D vitamini almanız biraz zor görünüyor. D vitamini içeren besinler sayfasında hangi gıdaların D vitamini içerdiği ve ne kadar içerdiği ile ilgili bilgiler bulabilirsiniz.

D Vitamini Eksikliği Nasıl Belirlenir?

Doktorunuz D vitamini eksikliğinde şüphelenirse veya kemik zayıflığı, anormal kalsiyum, fosfor değerleri, çocuklarda raşitizm, yetişkinlerde kolay kemik kırılması, kistik fibrosiz, Crohn hatalığı varsa veya diğer bir hastalıktan dolayı D vitamininin takip edilmesi gerekiyorsa D vitamini testi isteyebilir.
D vitamini seviyesinin belirlenmesinde kullanılan “25 OH Vitamin D testleri” koldan alınan kan numunesi üzerinde yapılır. Bu testler için önceden bir hazırlık yapılması gerekmez.

D Vitamini Takviyesi Kullanmalı mıyım?

D vitamini takviyeleri genel olarak güvenli kabul edilmekle birlikte D vitamini takviyesini veya diğer besin desteklerini bir uzmana danışmadan kullanmamalısınız. Zaten bu vitaminin eksikliğini yaşıyorsanız doktorunuz sizin için gerekli miktarı içeren vitamin takviyesini yazacaktır.
Ayrıca D vitamini takviyesinin özel olarak dikkat gerektirdiği bazı durumlar ve hastalıklar var. Gebelik ve emzirme döneminde olan kadınlar, böbrek hastalığı olanlar, kanında yüksek miktarda kalsiyum bulunanlar, paratiroid bezleri aşırı çalışanlar, lenfoma ve tüberküloz hastalığı olanlar doktora danışmadan D vitamini takviyesi kullanmamalıdır.
Gluten hassasiyeti… 
Gluten, buğday gibi tahıllı besinlerde bulunan bitkisel bir protein . Buğday , çavdar, arpa, yulaf olmak üzere diğer hububat tahılları ile de yakından alakalıdır ve bu nedenle bu tahıllar da gluten içerirler. Gluten, hamurun güçlü yapısından sorumlu, buğdayda bulunan proteindir. Gluten proteinleri, ekmek yapımı esnasında oluşan ağsı yapıdan sorumludur. Yükselme devresinde oluşan bu yapı çok önemlidir, glutensiz istenilen yapı oluşamaz ve ekmek mayalanamaz. Gluten, birçok insan için mide-bağırsak kanalı yoluyla kolaylıkla sindirilebilen normal bir proteindir. Fakat bazı kişiler gluteni sindiremez. Bu kişiler bir sonraki aşaması ince bağırsakda yıkıcı tahribe yol açacak çölyak hastalığına namzet gluten intolerantlardır. Glüten bir seri farklı proteinin karışımıdır ve iki grupta sınıflandırılır bunlar, Prolaminler ve Glutelinlerdir. Başlıca prolamin proteini olan Gliadin, çölyak hastalığı veya gluten intoleransında başlıca problemdir, gliadin antikorları bu hastalıkla alakalı olan bağışıklık komplekslerinde bulunmaktadır.Gluten hassasiyeti bir sonraki salgındır. Birçok doktor çölyak hastalığı konusuna ve Gluten hassasiyeti sebepli sindirim problemine aşinadır, fakat doktorların büyük bir çoğunluğu gluten intoleransının , özellikle sindirim dışındaki diğer belirtilerinden pek haberdar değildir.Benim kendimde gluten intoleransını bulmam uzun seneler aldı.Maalesef hiçbir diyetisyen ve doktordan bu konuda yardım alamayıp bir Hint uzmanla çalışarak devamı buldum. Devamlı kabızlık, gaz, hatta tansiyonumun yükselmesine sebep olan gluten ve unu 8 ay boyunca kestikten sonra tüm bu bulguların tamamen geçtiğini görmek beslenme uzmanlığı eğitimi almaya karar vermeme sebep oldu.
18 milyon kişinin gluten intoleransı olduğu tahmin edilmektedir ve insanlar bunun farkında bile olmadan yaşamaktadır. Benim tahminim, 2 kişiden 1 i bu probleme sahip. Özellikle dünyada en fazla ekmek tüketen ve hamur işlerine bu kadar yatkın bir toplum olan Türklerde ise farkındalığın çok daha az olduğu ama aksine bu oranın çok daha fazla seviyelerde olduğu tahmin etmekteyim.
Glüten duyarlığı olan birçok insan sindirim sorunu yaşamaktadır.2002 yılında, New England Journal of Medicine da bir çalışma yayınlandı bu araştırmaya göre 55 kronik rahatsızlığın gluten sebepli olduğu belirtiliyordu. Bu kadar gösterge ve bildiriye rağmen neden hala birçok doktorun bu problemden bihaber olduğu hep aklıma takılmaktadır.İlaç sektöründe yeni bir şey keşfedildiğinde, bu bilginin medikal okullarda okutulması ve klinik olarak pratiğe geçmesi ortalama 17 yıl sürmektedir. Gluten hassasiyeti üzerine yapılan araştırmalar henüz 17 yılı bulmadı ama gerçek şu ki glutenin sebep olduğu birçok hastalığın anlaşılması için henüz yolun başındayız.
Bir teoriye göre de eğer gluten hassasiyeti sorunu yoksa istedikleri kadar yiyebileceklerini söyleseler de ben aynı fikirde değilim. Yelpazenin diğer tarafında ise bir otoimmun hastalığı olan çölyak hastalığı mevcuttur ki zerre kadar glüten miktarı tüketilmesi bile yıkıcı sonuçlara sebep olabilir. Herkes bu yelpazenin üzerinde bir yere denk düşer. Çölyak hastalığına bir adım uzakta yada glütenle ilgili sorunsuz biri olmaya bir adım yakında olabilirsiniz.
Glüten hassasiyetinin muhtemel uyarı sinyallerinin birkaçı aşağıda belitilmektedir.
1. Migren ve başağrısıBesin hassasiyetinin başağırısı ve migrene sebep olduğu bilinir ve gluten bu açıdan farklı değildir. Yeni yapılan bir çalışmada migren tanısı almış kişilerin% 56 sının altta yatan sebebin gluten duyarlılığı olduğunu gösterdi. Diyetlerinden gluteni çıkarılması ve glutensiz yaşam tarzı benimsemeleriyle migren sorunları çözüldü.2. Beyin sislenmesi/bulanması
Gluten, bazı insanlarda morfine benzer etki gösteren ve beyinde sislenmeye sebep olan gluteomorphines içerir. Gluten aynı zamanda beyne saldırarak enflamasyona ve beyinde bulanmaya sebep olabiliyor.
3. Depresyon
Gluten bağırsak florasının bozulmasına ve leaky gut sendromuna sebep olur .Böylece bünyenin B vitaminleri, demir, D vitamini, omega 3 yağ asitleri ve çinko gibi bazı önemli besinleri absorbe yeteneğini bozabilir. Bu vitaminler ise beyin ve ruh sağlığımız için önemli besinlerdir.Öte yandan leaky gut sendromunda bağırsaktaki atık maddelerin tekrar kana karışması ile iltihaplanmalara neden olur.
4. Eklem ağrısı
Gluten bağışıklık komplekslerine saldırır ki bu eklemlere yerleşerek şişlik, ağrı ve iltihaba neden olabilmektedir.
5. Deri döküntüleri
Tüm bunlar cildin enflamasyonundan başka bir şey değildir..Glüten hassasiyeti nasıl ölçülür?
Kan TestiGluten duyarlılığı test etmek için kullanılabilecek birkaç kan testi vardır; Ancak çoğu geleneksel doktorlar bu testi kabul etmezler. En geleneksel doktorlar hala sadece çölyak hastalığı için test yapar, bu sebeple gluten duyarlılığının test edilmesi amacıyla bir fonksiyonel tıp doktoru bulunması çok daha doğru olacaktır.

4 hafta boyunca glutenli gıdaları yemeyi tamamen kesip kendinizi bu süre boyunca daha iyi hissediyor iseniz büyük bir olasılıkla glüten hassasiyetiniz var demektir.
Bu sebeple danışanlarımızın hepsine glüten içerikli gıdaları tamamen diyetlerinden çıkarmalarını öneriyoruz..
Bazıları için %100 glutensiz beslenme de yetesiz kalabiliyor. Çoğu insan glütenin zamanında hasara sebep olduğu bağırsak florasını iyileştirmeye çalışmaktadır..
tüm bu dertlerden kurtulacağınız ürünler için linki tıklayınız...naturalheathiness.kyani.com

6 great tips for softer skin

6 tips for softer skin

Whether you're in your 20s or your 60s, maintaining healthy skin can be a challenge. Here are six quick and easy tips to help you achieve healthier, softer skin


Softer skin at any age

Whether you’re twenty-five, or sixty-five, the quest to maintain healthy, soft skin can be a daily battle. While there is no guaranteed method to permanently turn back the clock, there are several simple ways to slow it down and retain moist, soft skin. Dr. Benjamin Barankin, a dermatologist at the Toronto Dermatology Centre, says that help is available for even the most serious of skin cases, thanks to advances in skin care and some healthy lifestyle know-how. “We can always help,” he says. “We can soften up anybody’s skin.” From the latest in facial moisturizers and skin-friendly foods, to new medical interventions, here are six tips to help achieve softer, more vibrant skin.


Wash your face properly

With a vast spectrum of lotions and potions on the market, it’s easy to become confused about what to use—especially on your face. “Using a cleanser rather than a soap is always a good idea,” advises Barankin. Soap is often too harsh and drying for delicate facial skin. The key is selecting a cleanser that doesn’t contain sodium lauryl sulphate (SLS), “a detergent that is deep cleaning but also dehydrates the skin,” he explains. To complete your routine, says Barankin, “use lukewarm water after you finish washing and pat dry– no rubbing.”


Try a new moisturizer

Been using the same moisturizer for years? With scientists discovering new ingredients to fight the war on dry skin, perhaps it’s time to start anew. “Look for creams containing coffee berry extract, matrixly or ceramide to soften skin,” suggests Barankin. Ceramide, the latest innovation, is chemically created, but it’s bio-compatible—meaning it’s found naturally in our skin, too. Barankin also applauds the use of vitamin-infused emollients, “At night, using a vitamin-C-based cream can be helpful. It’s not only anti-aging, but it also peels off some of the upper dead layers of skin that cause dullness and roughness. An over-the-counter retinol or prescription Tretinoin (vitamin A) would also help soften the skin and peel off dead layers.”


Add more fish to your diet

We’re all familiar with the old adage, “You are what you eat,” but when it comes to your skin, this saying couldn’t be more applicable. An unhealthy diet chock-full of fast or processed foods and high in sugar will result in a dull, dry, and sometimes acne-riddled complexion. To keep your skin supple and soft, a healthy eating plan is a must. Barankin suggests a diet rich in fresh fruits, vegetables, and especially fish. Salmon, tilapia, and herring are packed with omega-3 fatty acids—key building blocks that stave off inflammation, and help your skin stay smooth and pliable. And don’t forget water! “Make sure you have enough fluids in your body, that you’re getting [enough] water through the day,” says Barankin. “If you’re not getting enough fluids, you’re going to look more crinkly, and the skin is dryer and rougher.”

Avoid the enemies of soft skin

Alcohol, smoking, caffeine and excessive sun exposure are all factors that threaten healthy skin. “Being healthy overall—not smoking or drinking alcohol—helps your body in so many ways, including your skin,” says Barankin. Alcohol, caffeine and cigarettes act as diuretics, dehydrating the skin and causing a sallow colour, while too much sun also encourages skin damage. According to Barankin, sun avoidance or minimization via clothing, hats or sunscreen is a necessity in the quest to maintain soft skin, “[If] you look at older people where they haven’t had sun, the skin is actually soft and supple, so we know pollution and sunlight do play a role,” he says.

Separate fact from fiction

Sleep, exercise, DIY facial masks—are these things a soft-skin help, or hindrance? “Sleep and exercise are both great for the skin,” says Barankin. “When you sleep better, you have less dark circles, [for example].” As for exercise, being physically engaged aids the skin, too. “It increases circulation and gives a nice firmness to the skin,” says Barankin. “Exercise reduces cortisol levels—your stress hormones— and we know [they] age you as well.” He cautions, however, that homemade masks, as well as facial massages, only offer a temporary effect. “They feel nice, very natural and everyone loves ‘natural’ things, but there’s no real data to say they’re beneficial [long term].”


Consider a professional cosmetic treatment

Advances in cosmetic procedures have opened the door to many new soft-skin success stories. “There are now more chemical [facial] peels than ever: glycolic, salicylic acid, retinoic acid, Jessner—each is unique and gives more options, depending on skin type and how much downtime someone can tolerate,” says Barankin. “Microdermabrasion, and some laser-type devices can soften skin as well.” While these cosmetic quick fixes are tempting, they can also pricey and are not appropriate for everyone. Before proceeding with these treatments, a consultation with a dermatologist is recommended.